Adana’dan başlayan uçuşum, İstanbul-Paris aktarmalarından sonra Şili'nin başkenti Santiago'ya 14 saat 20 dakika süren uzun, sıkıcı bir o kadar da heyecanla başladı. Bir ara dışarıya baktığımda 10.800 metrede bulutların üstünde uçarken, sanki bulutların üstünde değil de okyanusta giden bir teknede, günbatımını izliyorum sandım. Santiago havaalanından çıkmam bir saatten fazla zamanımı almıştı. Bu bekleyiş, uzun ve yorucu uçuştan sonra bana sıkıcı gelmişti. Bir kaç gün Santiago'da tek başıma, görülmesi gereken ilgin yerleri gezdim, müzeler ve şehrin ortasındaki teleferik ile çıkılan çok yüksek tepe üstündeki Meryem Ana heykeline gittim. Buradan bütün Santiago'yu izlemek mümkündü. Birkaç günüm böyle geçti. Santiago'dan ayrılarak, And Dağları üzerindeki 5 bin km'lik rotamdan, And Dağları üzerindeki faal yanardağlar, dünyaca meşhur buzullar, göller, nehirler, kısacası vahşi yaşam ve coğrafya gezimi bitirdim.
Dünya'nın En güneyi...
Şili'nin Punta Delgada limanından, Magellan Boğazı'nı feribotla geçerek, Tierra Del Fuego (Ateş Toprakları) adasına ayak basıp, Arjantin kesimine geçtim. 4 saatlik araba yolculuğundan sonra, kasaba girişinde, dünyanın en güneyindeki kasaba Ushuaia'ya hoşgeldiniz tabelasının önünde poz verdikten sonra, vakit kaybetmeden limana gidip Arjantinli sevgilim Paludine ile buluştum. Paludine 8,5 m'lik, aynakıç, polyester ve çelik konstrüksiyon karışımı, markası olmayan, el yapımı bir yelkenli tekne, sizin anlayacağınız fazla özelliği yok. Ana kıta Amerika'dan Magellan Boğazı ile ayrılan 71.500 km2 yüzölçümüne sahip bu ada 1881 yılında Arjantin ve Şili arasında paylaşılmış, öncesinde maceraperest Fransız avukat Orelie Antonie De Tounens bu bölgede yerli halk tarafından kral ilan edilmiş. Mavi, beyaz, yeşil renklerde krallık bayrağını göndere çekip, kraliyet adına para bastırsa da. Şili ve Arjantin hükümetlerinin baskısı ve defalarca hapsedilmesi sonunda sürgüne gönderilerek krallığa son verilmiş, zaten krallığı da tanıyan herhangi bir devlet olmamıştır.
Seyir Öncesi Buluşma Bu gezi grubumdaki, değişik ülkelerden olan arkadaşlarımla buluşmak üzere, önceden internetten ayarladığımız hostelin yolunu tuttum. Henüz arkadaşlarım gelmemişti. Hostelde dikkatimi çeken bir şey oldu, birçok ülkenin bayrağı duvarlarda asılı, benim güzel bayrağım yok. Bu tür gezilere çıkmadan A4 boyutlarında, yanıma aldığım bayraklardan birini, hostel sahibine hediye ettim, o da hemen iyi görülebilecek yere, bayrağımı astı o memnun, ben mutlu. Ertesi gün muhteşem beşli buluştu. Birkaç gün Ushuaia’da malzeme ve yiyecek listemizi tamamladıktan sonra, ilk gün kasabanın bulunduğu Beagle kanalında teknemizi tanıma ve keşfetme canı ile "vira bismillah" deyip. iskeleden halatımla alıyoruz.
Kasabayı arkamızda bırakırken. Ushuaia'nın nefes kesen güzelliğini görüyorum. Kasabanın sırtını yasladığı dağlarda, yeşilin her tonu ve üzerindeki karlara inmiş sis ile Antarktika kıtasından gelen soğuk rüzgâr. Paludine ile aramızdaki aşka, romantizm katıyor. Rüzgâr 6 kuvvetinde. flok açmadan, çoğu zaman da ana yelken camadan atarak, orsa çekip Beagle kanalında (boğaz) rüzgâra rağmen, deniz olmadığından adeta rüzgâr sörfü gibi sekiyoruz. Tramola, kavança derken boğaz çıkışına yaklaşıyoruz, bu bölgede onlarca kaya adacık var. camadan vurduğumuz anayelkeni indirip. motoru çalıştırdım. Bu adacıkların üstünü çeşitli foklar, deniz aslanları ve penguenler, kendilerine yurt edinmiş. Koloniler halinde hep beraber kardeşçe yaşıyorlar (ne yazık ki biz insanlar bunu pek beceremiyoruz). Birkaç mil daha gidince, kanalın çıkışına yaklaşıyoruz.
Dünya'nın sonundaki fener
ve Faro Del Fin Del Mundo yani dünyanın sonundaki deniz fenerini görüyorum (1905 yılında inşa edilmiş). Motor gücüyle etrafında tam bir tur atıp, bota geçiyorum. Işık durumuna göre, fotoğraflamaya başlıyorum ve düşünüyorum da insanoğlu kuş misali, dün Dicle nehrinde sukabağı ile yüzme öğrenen ben, şimdi dünyanın sonundaki deniz fenerindeyim. Feneri geçip kanaldan çıkıyoruz, iskele tarafımız Atlantik, sancak tarafımız Pasifik Okyanusu, Baba dalgalarını, kafamıza yiyince, camadan vurulmuş ana yelkenimizle, acil kavança atıp, arkamızda bakmadan kanala giriş yapıyoruz. (halbuki bulunduğumuz yerden Antarktika kıtasına bir şey kalmamıştı, bu noktadan sadece 580 mil). Akşamüstü olduğundan. rüzgârı arkamıza alarak, soğuk ve yağmur altında pupa, limanın yolunu tutuyoruz.
Kaşifler
Ünlü kaşif Magellan 1520 yılında buralar keşfeder ve buraya Patogani adını verir. Bilimci Darwin ise 1831 yılında gemi ile gelip, yerlilerin dışında, çok çeşitli canlı türünü görünce evrim teorisinin temellerini burada atmaya başlar. Ushuaia kasabası 1800’ü yılların başında, misyonerlerin gelip bir kilise ve birkaç ev yapmasıyla kurulmaya başlamış. Bugün ise 45 bin nüfuslu. Antarktika'ya lüks gezi düzenleyen gemiler, bölgenin vahşi yaşam ve muhteşem doğası için. Antarktika'nın soğuğuna rağmen, gelen turistlerin kaynaştığı, turizm cenneti olmuş.
Buzullara Doğru Seyir
Teknemizi tanımak için yaptığımız denemelerden sonra bazı eksiklerin olduğunu görerek, kasaba iki gün daha geçirip eksikleri giderdikten sonra, uyku tulumlarımızın içinde teknemizin koynunda geceyi geçirdik. Sabah gündoğumu ile hazırlıkları tamamlayıp, arkadaşlarımın yabancı ve Hıristiyan olmalarına rağmen, önceden öğrettiğim "vira bismillah": hep beraber söyleyerek 29 Kasım 2006 tarihinde iskeleden ayrıldık. İlk gün hava çok soğuk, rüzgâr istediğimizden fazla ama neşemize diyecek yok. Dümen dolabının başında olan, kendi dilinde bir şarkı tutturmuş, ben dümene geçtiğimde ise "nereden sevdim o zalim kadını" şarkısını söylüyorum. Patagonya’nın sonunda, buz gibi havada, rüzgârın çarmık tellerine ıslık çaldırdığı Arjantinli sevgili Paludine ile beraber olmak kolay mı? Ushuaia'dan ayrıldıktan 46 mil sonra 2135 m. Zirvesi buzul olan Darwin dağının manzarasında (buralarda hava gece saat; 23.00'de kararıyor), demir atabileceğimiz, rüzgâr almayan. uygun koy bulup ikinci gecemizi geçirdik. Sonraki günlerde ise rotamız özetle şöyle idi. Beagle yarımadasını geçip, Camden adasından Cockburn kanalına girip, Ateş toprakları adasının batı ucundaki bu bölgenin en yüksek dağı olan Sarmienio’un buzullarını o gece ay ışığında izleyerek, Clarence adasını iskelemizde bırakarak, Magellanes Boğazı’na girdik. Boğazda Tanrı halimize acımış olmalı ki, buralarda her zaman kuvvetli olan rüzgar kesilmişti, tam iki gün, yelken laçka motor ile yol aldık. Brunswick yarımadası ile Dawson adası arasında kuvvetli deniz yiyerek Şili'nin Punta Arenas liman şehrine giriş yaptık. Yelken seyri sırasında, birkaç yelkenli tekne, 10 kadar da büyük konteyner gemilerinden başka bir şey görmedik, tabii ki doğanın panoramik görüntüleri bizim için yeterli idi. Tekneden zaman zaman karaya çıkıp buzulları ve dağları görüntülemek de yorgunluğumuzu bira; olsun alıyordu. Şili'nin bu bölgesinde 7 bin kadar insan yaşıyormuş, bir kısmı balıkçı, diğerleri de nüfusu gittikçe azalan yerliler.
Dönüş...
Yelken seyrimize başlayıp, bitirdiğimiz 19 gün sonrasına kadar 4 ile 6 Kuvvet arasında. Olmayan denize rağmen bizleri oldukça yordu. Hava sıcaklığı, gündüz + birkaç derece, gece ise sıfırın altında oluyordu. Yelkenle seyir halindeyken görev başında iki kişi oluyorduk. Ancak, sert ve soğuk hava yüzünden, her yarım saate bir kişi göreve geliyor, diğeri kamaraya geçiyordu. Yani dümen başında bir saatten fazla kalamıyorduk.
Antarktika üzerinde soğuyup gelen rüzgar ise canımızı acıtıyordu. Ushuaia'dan. Punta Arenas’a kadar 848 mil yol yapmıştık, karaya ayak bastığımızda, iskele ayağımızın altında sanki oynuyordu. Hostele yerleştikten sonra, hafif bir şeyler yiyip kahvelerimizi içtikten sonra, odamızda, yastıkları görünce hemen uyumuşsuz, inanın tam 16 saat deliksiz uyuduktan sonra kendimize gelebildik. Yelken maceramızı burada noktaladıktan sonra. Güney Amerika’daki, vahşi yasam coğrafya gezimize devam etmek üzere Amazonlara kadar gittim.